30 Ağustos 2014 Cumartesi

Jethro Tull'dan Glenn Cornick’i de kaybettik


Progresif ve art rock’ın efsanevi grubu Jethro Tull’ın ilk kadrosunda yer alan bas gitarist Glenn Cornick’i 67 yaşında yitirdik. 29 Ağustos, cuma gecesi Havai’deki evinde ölen sanatçının ölüm nedeni bildirilmezken, Herald Tribune’den bildirildiğine göre kalp krizinden öldüğü söyleniyor.
Glenn Cornick, Jethro Tull grubunun kuruluş kadrosunda yer almış, 1968’den 1970’e kadar bas gitarist olarak konserlere çıkmış ve ilk dört albümde yer almıştı. 

 Jethro Tull'dan sonra  Wild Turkey isimli blues kökenli hard rock grubunu kuran Cornick,  bu grupla iki albüm yaptıktan sonra  Alman (Kraut Rock) grubu Karthago ile 70’lerin sonuna kadar çalışacaktı. 

  Glenn Cornick, son yıllarda  kurduğu  Endangered Species isimli grubuyla da müzik yapmaya devam ediyordu.

27 Ağustos 2014 Çarşamba

ALBERT KING - “I'll Play the Blues for You” (1972)



Albert King’in 1972 yılında çıkan, yedinci stüdyo albümü. Prodüktörlüğünü Allen Jones and Henry Bush’ın üstlendiği albüm Stax Records etiketiyle yayınlanmıştı.

Albert King – Elektro gitar ve vokal
The Memphis Horns – nefesli enstrumanlar
The Bar-Kays & The Movement  grubu eşlik etmiş

1 - "I'll Play The Blues for You, Pts. 1-2" (Jerry Beach) – 7:20
Albert King’in bu parçasını ilk dinlediğimde dikkatimi çeken şey, soloya girerken müsade isteyen “excuse me” sözü olmuştu. Müsade istedikten sonra yeni bir vokalist katılıyormuş gibi gitarın solosu gelir. Bu duyguyu güçlendiren Albert King ‘in “Uh”, “Woaw”, “Hı”, “Uvvh” , “Yeah Baby” gibisinden gitar solosunun arasına yerleşen nidaları bir tür düet halini almaktadır. Ama bu bir düetten çok arka planda nefeslilerden oluşan bir müzik eşliğinde gitar sanki bir vokalmiş gibi yer alıyor. King de bu görüntüye bakarak “Eh”, “Hadi bakalım”, “Öyle mi” diyen bir adam rolü üstleniyor. Bu uzun soloya çok güzel bir yabancılaştırma ve tiyatral hava katıyor.
Buna benzer örnekleri enstrümanı ile konuşan geleneksel müzikçilerimizde de görebiliriz. Bizde daha çok roman müziklerinde de olan bu tavır, doğaçlama fikrine açık  yerel müziklerde daha çok da flamenko’da görülür.

2 -"Little Brother (Make a Way)" (Henry Bush, J. Jones, Clifton William Smith) – 2:49
Soul tarzının  ve soul vokalinin en güzel örneklerinden biri. Bunu destekleyen klavyenin akıcılığı, bas gitarın ritmik yürüyüşü ve geri vokaller soul’u fazlasıyla hissettiriyor.

3 -"Breaking up Somebody's Home" (Timothy Jackson, Raymond Matthews) – 7:19
İlk parçadaki gibi gitarı konuşturma tavrını burada da görüyoruz.

4 -"High Cost of Loving" (Sherwin Hamlett, Allen A. Jones) – 2:56
Bu albümün çıktığı dönemlerde radyolarda sıkçca çalınmış bir parça. Albümün geniş kesimlerle buluşması bu parça sayesinde olmuş.

5 - "I'll Be Doggone" (Pete Moore, Smokey Robinson, Marvin Tarplin) – 5:41
Marvin Gaye tonunda bu parça soul’un tüm verilerini hissettiriyor. Stüdyoda kaydedilen bu parçaya konser havası vermek için dinleyici efektleri katılmış. Bir ara seyirci ile Albert King’in atışması James Brown tadına ulaşmış. Parça 70’li yılların soul’unun bir prototipi olsa da King’in gitarı elektrikli havasıyla farklılığını ortaya koyuyor.

6 -"Answer to the Laundromat Blues" (Albert King) – 4:37
Soul ve R&B fikirlerin hakimiyetini korusa da bugün aşina olduğumuz Albert King’in blues rock tadının hissedildiği bir parça.

7 -"Don't Burn Down the Bridge ('Cause You Might Wanna Come Back Across)" (J. Jones, Carl Wells) – 5:07
Albert King’in gitar tadını hissettiren bir çalışma.

8 - "Angel of Mercy" (Homer Banks, Raymond Jackson) – 4:20
Klasik blues kalıplarında albümün finaline oturan parça.

Albert King için kısa dipnotlar
·      Lucy isminde Gibson Flying V kullanır.
·      Solaktır. Hendrix gibi sağlak gitarı ters çevirip, sol elle çalar.
·      Müziğinde funk etkisi, soul kuvvetlidir.Buna rağmen bu tarzın elemanlarından gitar tonuyla ayrılır.
·      Stevie Ray Vaughan, Gary Moore, Jimi Hendrix gibi gitaristleri etkilemiştir.

·      Davul da çalıyor. Jimmy Reed’in albümlerinde davulcu olarak yer almıştır.

Albert King blues perişan'da

Kadife Buldozer ve Lucy

Blues gitarının üç kralından biri olan Albert King. O uzun boyu, dev yapısı, “v” biçimli gitarı ve tabi konserde bile ağzından eksik olmayan piposuyla elektrik blues’ın kilometre taşı.  
Çizim: Aptülika


Blues’ın üç kralı, B.B. King, Freddie King ve Albert King. Aralarında bir akrabalık olmasa da  kendilerine taktıkları sahne ismini fena halde hak edecek denli  bir bütündürler. İsimlerindeki krallık, öyle “ben işimde iyiyim” kibirinden uzak bir nevi gönüllerin krallığı denilebilir, onlar için. 
Bundan 22 yıl önce bu krallardan gitarist Albert King’i kaybetmiştik. 21 Aralık 1992’de o geçirdiği kalp krizi sonrası, 69 yaşında hayata veda etmişti. Ölümünden sonra B.B. King onun için; “O benim aynı kandan kardeşim değil.” diyerek King soyadlarına gönderme yaptıktan sonra şunu ekleyecekti, “ama benim kardeşim blues’tur.” Albert King, blues müziğin özellikli bir insanıydı. Bir çok müzisyenin etkilendiği bir isimdi. Steve Ray Vaughan gibi bir gitar yeteneği bile onunla bir albüm yaparak “olur” notunu alacaktı.
Albert King Nelson, 1923’de Mississippi’de pamuk tarlarında çalışan bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Ailesi kilise korosunda gospel müzik yaptığı için o da erken yaşlarda müzikle tanıştı. 13 yaşında ailesi Arkansas’a göçünce müzik onun için daha da önem kazandı. Profesyonel olarak gospel gruplarıyla çalıştı. Ardından da ünlü bluescu Jimm Reed’in grubuna girdi ve onun plak kayıtlarında çaldı. Ancak Albert King o yıllarda gitar değil, davul çalıyordu. Davulcu olarak müzik kariyerine adım attıktan sonra Blind Lemon Jefferson’dan etkilenerek gitara geçecekti. Onun ilk gitarı ise oldukça iptidai ve genellikle gitar alacak parası olmayan kırsal kesim insanının bir tahta üzerine gitar tellerini çivileyerek yaptıkları “Didley Bow”  denilen gitardı. King daha sonra ilk ciddi gitarı olan “Cigar Box” denilen dikdörtgen kutu biçimindeki gitara sahip olacaktı. 1958’de ise onunla özdeşleşen “V” biçimli Gibson Flying’e  geçecekti.
1950’de Chicago’ya giden King, burada ilk plağını çıkarttı. 6 yıl sonra ilk grubunu kuran sanatçı, plak kayıtlarına devam edecekti. 1959’da çıkan “I’m Lonely Man” onun ilk ünlendiği parça olacaktı. 1961’de çıkardığı “Don’t Throw Your Love on So Strong” isimli plağı Amerika R&B listelerinde ilk dörde yükselme başarısını getirecekti. Albert King’in ilk albümü ise 1967’de “Born Under A Bad Sign” adıyla çıkacaktı ve bu çalışma aynı zamanda onun ABD dışında tanınmasını da sağlayacaktı. 44 yaşında popüleritesini yakalayan gitarist bir anda İngiliz genç gruplarının gözdesi olacaktı. The Cream, Paul Rodgers  gibi müzisyen ve gruplar onun parçalarını  rock sounduyla  bir biri ardına yorumlamaya başlayacaklardı.
Albert King solak bir gitarist. Jimi Hendrix gibi sağlak gitarı terse çevirerek sol elle çalar. Onun neredeyse bir parçası olan “V” biçimli Gibson Flying modeli gitarının ismi de “Lucy”dir. Bu bluescıların gitarlarına bir kadın ismi vermelerinin ötesindedir. Albert King, gitarı Lucy’e gerçekten bir sevgili ya da arkadaş gibi davranır. Onun gitar çalışı notaların tane tane dökülüşünden ibarettir. Bu temiz çalışı gitarı, konuşurmuş havasına sokarken, sahnede bir ikili düet yapıyormuş etkisi yapar. Bu özellikleri en fazla hissedebileceğiniz parçası da 1972’de yaptığı “I’ll Play The Blues For You”dur. Burada dramatik bir yapı kurarak, harika bir atmosfer oluşturur. Ağır ve duygusal bu parçada soloya gireceği anda grup elemanlarından “Excuse me” (afedersiniz) diyerek müsade ister. Bunun ardından yeni bir vokalist katılıyormuş gibi gitarın sesi gelir.Bu anda da King, gitarın söylediklerini dinleyen bir adamın verdiği nidalar gibi “Ha öyle mi bebek” gibisinden laflar atar. Bu yabancılaştırmadaki görev ikinci diyalog bölümünde rollerin değişmesiyle gelişir. Bu sefer gitar onu dinleyip, aralarda laf atar. Bu etkiyi daha sonraları virtüoz gitaristler de uygulayıp, gitarı konuşturacaklardı. Mesela Stevie Vai bunlardan biridir. Ancak virtüoz gitaristlerin yaptığı bir maharet gösterisinden ibaretti. Albert King ile gitarı bir dost ya da sevgili gibi bütünken, diğer gitaristlerde onların maharetlerini göstermek için bir araçtı. Albert King, bunu plansız bir refleks gibi yaparken, virtüozler ise göze sokarak yapıyorlardı. King’in gitarı onunla aynı sahneyi paylaşırken, virtüozlerin gitarla aralarındaki bağ kuklacı - kukla ilişkisi gibiydi.
Albert King’in blues tavrının içinde funk ve soul etkisi de kuvvetlidir ama bunlar müziğinin genel yapısına hükmetmeden arada hissedebileceğimiz renkleridir. Bu yüzden de onun müziği rock dinleyenlere fazla aykırı gelmez.

2 metreye varan boyu ve 110 kiloluk yapısıyla Albert King’e dostları “Kadife Buldozer” adını vermişler. Gitar çalışı ile bir çok rock müzisyenine örnek olmuş bu güzel insanı kaybedeli 20 yılı aştı. Ülkesi Amerika’nın debdebeli “Rock’n Roll of Fame”e ancak bu yılın Mayıs ayında onu kabul etmeyi akıl edebildi.  
Yazı ve çizgi Aptülika
bluesperisan@gmail.com

20 Ağustos 2014 Çarşamba

20 Ağustos 2014 Radyo Programında ne var

ERKUT TAÇKIN – Çaren yok
1975 yılında yayınlanan ilk ve tek long play’inde yer alan şarkısı.  
1955 yılında Deniz Harp Akademisi'nin "Genç Denizciler" orkestrasına katılarak müzik hayatına başlayan Erkut Taçkın yaptığı plaklar ve konserlerle Rock'n Roll'un ülkemizdeki en büyük isimlerinden biri olacaktı.


YES - "Beyond & Before"
1969 tarihli ilk Yes albümünde yer alan açılış parçası

Jon Anderson: Vokal
Peter Banks: Gitar
Chris Squire: Bas gitar
Tony Kaye: org, piyano
Bill Bruford: Davul, vibrafon














YES - "Then"
Grubun 1970 tarihli ikinci albümünden. Parçanın söz ve müzikleri vokalist Jon Anderson tarafından kotarılmış.
Bu arada bir dipnot:Albümün İngiltere’de çıkan kapağı böyleyken,

ABD’de sansüre uyramış ve bu şekilde piyasaya verilmişti. 





YES -   "A Venture"

1971 Şubat’ında çıkan üçüncü albümda yer alan gene söz ve müziği vokalist Anderson’a ait olan parça. Bu albümde gitara Stewe Howe geçiyor.











YES – “Siberian Khatru"
1972 “Close to the Edge” albümünden. Keyboardda Rick Wakemen yeralıyor.     














 YES - “Long Distance Runaround"
1972 tarihli “Fragile” albümünden

YES – “Going For The One”
Aynı isimli 1977 albümünden

2014 tarihli YES’in son albümü  “Heaven And Earth” den parçalar, sırasıyla

1.         "Believe Again"          Jon Davison, Steve Howe[28]           8:02
2.         "The Game"  Chris Squire, Davison, Gerard Johnson       6:51
3.         "Step Beyond"           Howe, Davison           5:34
4.         "To Ascend"  Davison, Alan White  4:43
5.         "In a World of Our Own"     Davison, Squire         5:20
6.         "Light of the Ages"    Davison          7:41
7.         "It Was All We Knew"           Howe  4:13
8.         "Subway Walls"         Davison, Geoff Downes         9:03


EMERSON LAKE AND PALMER - "Tarkus"

"Eruption" (Emerson) – 2:43
"Stones of Years" (Emerson, Lake) – 3:43
"Iconoclast" (Emerson) – 1:16
"Mass" (Emerson, Lake) – 3:09
"Manticore" (Emerson) – 1:49
"Battlefield" (Lake) – 3:57
"Aquatarkus" (Emerson) – 3:54" 

Keith Emerson – Hammond org, kilise orgu, piyano, celeste, Moog synthesizer
Greg Lake – vokal, bas, electro gitar, akustik gitar
Carl Palmer – davul
1971 tarihli ikinci albümlerinden
Albümün kapağı
 William Neal  

7 Ağustos 2014 Perşembe

Müzikle Yaşama Tutunmak


Blues rock’ın önemli gitaristi ve vokalisti Walter Trout zorlu bir sağlık probleminin ardırdan karaciğer nakliyle hayata dönmüştü. Bugünlerde çıkan yeni albümü “ The Blues Came Callin’” sanatcının ölümcül sağlık sorunlarıyla boğuştuğu günlerde hazırlanmış. Bir anlamda yaşama tutunma  ve Blues ile özdeşleşmiş bir hayatın kısa özeti gibi.

Canned Heat gibi tarihsel bir topluluk ve İngiliz blues’ının kurucu efsanesi John Mayall’ın grubu Bluesbreaker’da gitaristlik yapmış olan Walter Trout  solo çalışmalarıyla da son dönemlerin en önemli blues rock gitaristlerinden biri.   Trout’un yaptığı her yeni çalışmayı takip etmek bende son yılların vazgeçilmez alışkanlığı oldu. Geçen yılın sonbaharında da bu duygularla internete ismini yazıp, aradığımda çıkan fotograflara bakıp, şaşıracaktım. Görüntüdeki bildiğim blues rock gitaristi ve vokalisti Walter Trout değildi. “Acaba ismi yanlış mı yazdım” kuşkusuyla tekrar kontrol ettim.  Ancak hiç  bir hata yoktu. Dev cüsseli (hatta biraz da kilolu) Walter Trout neredeyse ip gibi bir hale dönmüştü. Eski kilolu halini düşününce “rejim yaptı, zayıfladı” desem de kireç gibi suratı ve ona eşlik eden solgun hali ile sağlıksız bir görüntü veriyordu.  Daha 6 ay önce siyahi blues ustası Luther Alison’un anısına yaptığı albümdeki görüntü bir anda nasıl bu hale gelmiş derken, kendimi toparlayıp fotografa eşlik eden haberleri okumak aklıma geldi.
Walter Trout’daki bu değişimin sebebinin bir karaciğer rahatsızlığından kaynaklandığı öğrenecektim. Haberlerin devamı daha da kötüydü. Eğer iki ay içinde karaciğer nakli yapılmazsa gitaristin hayatını yitirmesinin kaçınılmaz olduğu yazıyordu. Böylesi bıçak sırtında bir sağlık sorunu yaşayan sanatcının elinde gitarı ile konserlere çıktığını da görünce iyicene şaşıracaktım. Sanki “ölürsem de müzik yaparak ölürüm” der gibiydi.

Hastane ile stüdyo arasında
Haberleri okumayı sonlandırdım ve bilgisayarı kapadım. Bir anlamda o kötü haberin müzik sitelerinden birine düşmesini bekleyecektim. Bir karaciğer bulunur , nakil yapılabilir miydi? Süre çok kısaydı.
 Aradan aylar geçti ve elektronik postamda sanatcının fan kulübünden gelen mesajı görecektim. Açtığımda karaciğer naklinin gerçekleştiğini ve Walter Trout’un kurtulduğunu öğrenecektim. Yazının devamında ise çok şaşırtıcı bir şekilde yeni albümünün de çıkacağı müjdesi yer alıyordu. İşte bugünlerde piyasaya çıkan “ The Blues Came Callin’” sanatcının ölümcül sağlık sorunlarıyla boğuştuğu günlerde hazırlanmıştı. Bir anlamda yaşama tutunma  ve Blues ile özdeşleşmiş bir hayatın kısa özeti gibi.
6 ay süren karaciğer yetmezliği rahatsızlığında 50 kilo birden veren Walter Trout, müzikten ve hayattan kopmadan hastane ile stüdyo arasında mekik dokuyarak “The Blues Came Callin’”i hazırlamıştı.

John Mayall’ın desteği
Walter Trout’un ölüm kalım mücadelesi esnasında hazırlanan “The Blues Came Callin’” albümüne sanatcının müzisyen dostları da destek vermiş. Bu desteğin en anlamlısı da ustası John Mayall’dan gelmiş. Bu konukluğun oluşumu da bir hayli ilginç. Albümün kayıtları yapılırken Trout’un rahatsızlığı sebebiyle  John Mayall stüdyoya gelir. İşte bu ziyaret esnasında grup elemanları dinlenirken bir ara Mayall stüdyoya girer ve piyanoda bir şeyler çalmaya başlar. Tam bu sırada mix’in başındaki görevli kayıt düğmesini açar. Ardından diğer müzisyenler de enstrümanlarının başına geçerek, tamamen doğaçlama olarak çalmaya başlarlar. İşte albümde yer alan “Mayall’s Piano Boogie” isimli enstrümantal parça da böylece ortaya çıkacaktı. İngiliz blues’ının büyübabası John Mayall grubu Bluesbreakers’ın eski gitaristine bu moral desteğin yanına bir de albümle aynı ismi taşıyan “The Blues Came Callin’” parçasında da Hammond orgu ile katılmasını eklemiş.
 Trout’ a yaşadığı rahatsızlığı sürecinde en büyük desteği karısı Marie Trout vermiş. Bu yüzden Walter Trout, albümün finalinde yer alan “Nobody Moves Me Like You Do” isimli şarkısını da karısı Marie’ye ithafen yazmış. Walter Trout yaşadığı bu  sıkıntılı dönemde babası için de “Tight Shoes” isimli enstrümantal bir parçayı yazmış. Freddie King tadındaki bu parça da albümdeki yerini almış. Baba ve eşe ithaf edilmiş şarkıların ardından bir başka Trout’u daha görüyoruz. Walter Trout’un oğlu Jon da çalışmada gitarıyla yerini alıyor.

Nehrin dibinden yüzeye çıkış
“The Blues Came Callin’”de Trout’un geçirdiği zor günlerin izlerini bulmak mümkün.  Nehrin dibini gören adamın yüzeye çıkmak için çabalamasını anlattığı “The Bottom of River” sanatcının rahatsızlığı ile ilgili metaforları taşıyor. Gündelik hayatın karmaşasında sevdiklerine zaman ayıramayan adamın öyküsünden oluşan “Take A Little Time” da bu dönemin izlerini bulabileceğimiz bir diğer parça olarak karışımıza çıkıyor. Trout, “Willie” isimli parçasında ise müzik sektöründeki oyunları ve ona atılan kazıkları konu ediyor.
10 bestenin yer aldığı albümde 2 tane de başkalarına ait parça yer almakta. Bunlardan biri yukarda bahsini ettiğimiz tamamen stüdyo da doğaçlama olarak çıkan “Mayalls Piano Boogie”, diğeri ise J.B. Lenoir’e ait olan “The Whale”. Bu parçayı da okuması için ona John Mayall tavsiye etmiş.

Usta blues rock gitaristi ve vokalisti Walter Trout, son albümü “The Blues Came Callin’” ile yaşama direncinin ve müziğe tutunmanın ve tabii üretmenin önemini bir kez daha vurguluyor. Şu sıralar ameliyat sonrası istirahatte olan sanatcıyı kısa bir zaman içinde sahnelerde ve yeni albümlerde görebileceğimiz için kulaklarımız da bahtiyar.
APTÜLİKA

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...